1982 Anayasası’nın adil yargılanma hakkını düzenlediği 36. maddesi ve “Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasmakukı yargının görevidir” diyen 141/son madde si makul sürede yargılanma hakkını güvenceye almaktadır. Bu hak, AİHS’nin 6. maddesinde de açık biçimde tanınmaktadır. Makul sürede yargılanma hakkı, ülkemizde en yaygın olarak ihlal edilen hakların başında gelmektedir. Anayasa Mahkeme sinin internet sitesinde yayınlanan verilere göre 2023 yılı için de (30.9.2023’e kadar) makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiasıyla 38.826 başvuru yapılmıştır. Bu tarihe kadar Mahke menin elindeki derdestbaşvuru sayısı 46. Söz konusu veriler Anayasa Mahkemesinin ağır bir iş yükü altında olduğu nu göstermektedir. Mahkeme, 25.7.2023 tarihli Keser Altıntaş başvurusu ile bu sorunu ele almıştır. Ancak Mahkemenin ka rarı söz konusu hakkın korunması bakımından önemli sorunlar oluşturacak niteliktedir. Aşağıda, önce Anayasa Mahkemesinin bu kararı değerlendirilecek; sonra, karşılaştırmalı hukukta ma kul sürede yargılanma hakkının korunmasına ilişkin önlemlere ve Türkiye’de bu hakkın nasıl korunabileceğine önerilere yer verilecektir.
I. Türkiye’de Makul Sürede Yargılanma Hakkının Korunması: Anayasa Mahkemesinin Keser Altıntaş Başvurusu (no. 2023/18536, 25.7.2023)
Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu, Keser Altıntaş başvurusuna ilişkin değerlendirmesinde makul sürede yargılanma hakkının ihlalinin önlenmesine yönelik kalıcı bir çözümün bu lunmaması ve ihlalin sonuçlarının giderilmesine yönelik etkili ve sürekli bir başvuru yolunun oluşturulmaması nedeniyle iş yükünün altından kalkamayacağı bir düzeye ulaştığını belirtmiş ve bu gerekçeyle bundan böyle makul sürede yargılanma hakkı nın ihlali iddiasına dayalı bireysel başvurular hakkında inceleme yapmayacağını karara bağlamıştır.
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 80/1. maddesinde düşme kararı verilebilecek durumlar sayılmıştır. Buna göre (a) başvu rucunun davadan (başvurudan) açıkça feragat etmesi, (b) başvurucunun davasını (başvurusunu) takipsiz bıraktığının anlaşılması, (c) ihlalin ve sonuçlarının ortadan kalkmış olması, (ç) Bölümler ya da Komisyonlarca saptanan herhangi bir başka gerekçeden ötürü başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir neden görülmemesi hâllerinde Bölümler veya Komisyonlarca yargıla manın her aşamasında düşme kararı verilebilir.
Mahkeme, bu kararını bireysel başvuru yolunun “sübjektif işlevi” ve “objektif işlevi” ayrımı çerçevesinde gerekçelendirmiş ve bu ayrıma dayanarak pilot karar ve düşme kararı usulünü yorumlayıp başvurucunun anayasal hakkını korumak; objektif işlevi ise bireysel başvurular yoluyla verilecek kararlar aracılı ğıyla anayasal sorunlara açıklık getirmek, Anayasa’nın yorum lanmasına, korunmasına ve Anayasa Hukuku’nun gelişmesine katkıda bulunmaktır. Mahkeme bu kararında, “her bir başvu runun ilk elden, doğrudan Anayasa Mahkemesince incelenme si -makul sürede yargılanma hakkını ilgilendiren başvuruların katlanarak artan sayısı da dikkate alındığında- Anayasa Mah kemesinin Anayasa’nın yorumlanması ve uygulanması ile temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi işlevini yerine getirmesini önemli ölçüde olumsuz etkileyecektir. … Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılama yapılmadığı iddiasına ilişkin başvuruları incelemesi, bu aşamadan sonra temel hak ve özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesi açısından bir önem taşımamakta”dır diyerek bireysel başvuru yolunun objektif iş levini öne çıkarmaktadır. Oysa ki, bireysel başvurunun sübjektif ve objektif işlevleri birbiriyle yarışan ya da birbirinin yerine ge çen değil, birlikte bulunan işlevlerdir. Kaldı ki, 1982 Anayasası, bireysel başvurunun objektif işlevini önceleyen herhangi bir düzenleme içermemektedir. Aksine, Anayasa’nın 148. maddesi kişilerin, anayasal haklarının kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddiasıyla ve ihlalin giderilmesi talebiyle Anayasa Mahkemesi ne başvurabileceğini düzenlediğine göre, Anayasa’nın bu baş vuru yolunun sübjektif işlevini öncelediği bile ileri sürülebilir. Mahkeme, makul sürede yargılanma hakkının ihlaline yönelik bireysel başvuruları inceleyip tazminata hükmetmeyi sürdür mesinin bireysel başvurunun ikincilliği ile bağdaşmadığı gerek çesiyle Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 80/1(ç) maddesinde ki “Bölümler ya da Komisyonlarca saptanan herhangi bir başka gerekçeden ötürü başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir neden görülmemesi” hükmüne dayanarak başvu ru hakkında düşme kararı vermiştir.
Anayasa Mahkemesi, bu kararında Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 80/1 (ç) maddesindeki takdiri düşme nedenini kişisel hak ihlali iddialarını tamamen gözardı edebilecek biçim de genişleterek yorumlamıştır. Bir başka deyişle, Mahkemeye göre, anayasal önem ölçütü sağlanmıyorsa sübjektif işlev ince lemeyi gerektirse bile düşme kararı verilebilir. Oysaki bu düzen lemenin Anayasa Mahkemesine düşme kararı verme konusun da mutlak bir takdir yetkisi tanıdığı söylenemez. Mahkeme bu takdiri yetkisini ancak incelemenin sürdürülmesinin sübjektif işlevi yerine getirmek konusunda bir rolünün kalmadığı durum larda kullanabilir. Mahkeme, bu kararında makul sürede yargılanma hakkı ile ilgili olarak Türk hukuk sisteminde mevcut olan yapısal sorunları pilot kararla tespit ettiğini; ancak pilot karar yöntemiyle yapısal sorunun çözümüne yönelik bir sonuç elde edilemediğini belirterek bu gerekçeyle sübjektif hak ihlali iddialarını yargısal koruma kapsamı dışına çıkarmaktadır. Oysaki pilot karar yön teminin amacı aynı nitelikteki ihlal iddialarını her başvuru için ayrı ayrı incelemeden toplu olarak, yani kısa yoldan sonuca ka vuşturmaktır.
Mahkeme, makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiası na dayanan bireysel başvuruların iş yükünü altından kalkamaya cağı ölçüde arttırdığını belirtmiştir. Bu başvuruları karara bağlar ken “yaşam hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı, kişi hürriyeti hakkı, ifade özgürlüğü” gibi diğer temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğine ilişkin başvurları gerektiği gibi incelemekte güçlük çek tiğini ya da çekebileceğini ileri sürmektedir. Mahkemenin yaptığı bu tespitte kuşkusuz gerçeklik payı vardır. Ne var ki, bu gerekçe, Mahkemenin Anayasa’da bireysel başvuru yoluyla yargısal koru ma altına alınan hak ve özgürlükler arasında bir “önem sırası” ol duğuna ilişkin yaklaşımı benimsemiş olabileceğini akla getirmek tedir. Bu yaklaşımın Anayasal bir dayanağı olmadığını belirtmek gerekir. Anayasa’nın 148. maddesi, bireysel başvuru yoluna konu olabilecek anayasal haklar arasında herhangi bir önem sırası yapmamaktadır. Anayasa’ya göre, bu haklar eşit ölçüde bireysel başvuru yolunun ve Anayasa Mahkemesinin koruması altındadır. Anayasa, birbirinin aynı ya da benzeri olan davalara bakmama ya da kabul edilebilirlik ölçütlerini karşılasalar bile hangi davalara bakacağını seçme yetkisini Anayasa Mahkemesine vermemiştir. Mahkemenin bu kararı “Hiçbir mahkeme görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz” diyen Anayasa’nın 36/2. madde sine de aykırıdır.
Anayasa Mahkemesinin söz konusu kararını AİHM’nin Burmych ve diğerleri/ Ukrayna (12.10.2017) kararına dayan dırdığı ve AİHM’in bu kararında ürettiği gerekçeleri kendi kararında kullandığı görülmektedir. Burmych ve diğerleri/ Ukrayna başvurusuna ilişkin Büyük Daire Kararı’nda AİHM, 2009’da ve rilen Ivanov/Ukrayna pilot kararında ortaya koyduğu yükümlü lüklerle ilgili 12.143 adet yeni başvurunun birleştirilmesine ve bu başvuruların AİHS’nin 37/1. maddesine göre esasa girme den kayıttan düşürülerek Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesine gönderilmesine karar vermiştir.
AİHM, 7’ye karşı 10 oyla aldığı bu kararında bazı açılardan önceki içtihatlarından ayrılmıştır. İlk olarak Mahkeme, tazmina ta hükmetmeye devam ederek, “Ukrayna makamlarının yeri ne geçeceğini” ileri sürmüş ve bunun Mahkemenin “ikincillik rolü” ile bağdaşmadığını; ancak taraf devletlerin etkili bir ko ruma sistemini uygulamaya koyması durumunda görevini ikin cillik ilkesine uygun olarak yerine getirebileceğini belirtmiştir. Bu nitelikteki başvurulara bakmayı sürdürmek AİHM’ye göre “Mahkeme’nin diğer esaslı başvurulara ilişkin işlevini yerine getirme yeteneğini etkileyecek” ve “kendi maddi kaynakla rına önemli bir yük” getirecektir. Bu gerekçelerle Mahkeme, AİHS’nin 37/1 (c) maddesine dayanarak başvuruları düşürmüş tür. Bu hüküm, Mahkeme’ye, “başka herhangi bir nedenle baş vurunun incelenmesine devam edilmesinin artık haklı olmadı ğı” takdirde başvuruyu kayıttan düşürme yetkisi vermektedir. Her ne kadar Mahkemenin bu temelde bir başvuruyu kayıttan düşürme takdiri geniş olsa da, önceki kararlarında bu hükme yalnızca başvuranın gerekli özeni göstermemesi veya durumu nun değişmesi durumunda dayandığını not edelim.
Mahkemenin bu kararı eleştiriye açıktır. Birincisi, karşıoy larda belirtildiği gibi, ikincillik ilkesi Mahkemeye yön veren tek ilke değildir. Taraf devletin kendi üzerine düşeni yapmaması ne deniyle bu ilkeye münhasıran güvenmenin Sözleşme haklarının etkisiz bir şekilde korunmasına yol açacağı durumlarda AİHM, Sözleşme haklarının “pratik ve etkili” korunmasını sağlamak amacıyla istisnai olarak kendisini yerel makamların yerine koy maktadır (Scoppola v Italy (no 2) September 2009). Burmych ve Diğerleri başvurusunda AİHM bu olasılığı göz ardı etmiş ve yal nızca Sözleşme sisteminin etkililiğinin sağlanması ihtiyacından söz etmiştir. Bir başka deyişle, AİHM elindeki ağır dosya yükünü yönetme ihtiyacını makul sürede yargılanma hakkının korun masına öncelemiştir. İkincisi, AİHM, bu kararında sağlam gerekçeye dayanan Ivanov türü başvuruları Bakanlar Komitesine yollayacağını açık lamıştır. Ancak, karşıoylarda da belirtildiği gibi, AİHM olguları bilmeden başvurunun sağlam gerekçeye dayanıp dayanmadı ğına hükmedemeyecek; bu da Mahkemenin bu karara varabil mek için başvuruları belli ölçüde incelemesini gerektirecektir.
Üçüncüsü, AİHM’e göre Mahkemenin tazminata yönelik bir mekanizma hâline gelmesi Mahkemenin rolüyle bağdaş mamaktadır. Çünkü tazminat verilmesi “sadece yaptığı görevin tamamlayıcısıdır”. Mahkemenin tazminata hükmetmediği ka rarları olmuştu. Ancak Mahkeme bunu yaparken yine de adil tazmin kararı vermiş, adil tazmin sorununu saklı tutmuş veya başvuranların iç hukuk yoluna başvurabileceklerini kaydetmiş tir. Burmych ve Diğerleri kararında ise bu koşullar mevcut olma dığı için AİHM, tazminat verilmesini sadece görevinin “tamam layıcısı” olarak görmemiş, aynı zamanda tamamen görevinin dışında tutmuştur. AİHM’ye göre, pilot karar verdikten sonra objektif işleve ilişkin bir sorunun bulunmadığı durumlarda sürekli olarak bi reysel kararlar vermek onun görevi değildir. Ancak Mahkeme, bu sonuca varırken AİHM’deki komisyonların her yıl yüzlerce mükerrer davayı karara bağladığını, hatta mükerrer davaları kapsayacak şekilde karar verme yetkisini de üzerine aldığını gö zardı etmiştir.
Mahkeme, Sözleşme sisteminin etkinliğini sağlamak ama cıyla pratik ve pragmatik bir tercih yapmış görünmektedir. Bu radaki soru, Sözleşme sisteminin etkililiğinin sağlanmasındaki genel çıkarın, (gelecekteki) İvanov türü başvuru sahiplerinin haklarının etkin bir şekilde korunmasına ilişkin çıkardan üstün olup olmadığıdır. Burmych ve Diğerleri davasında Mahkeme, AİHS’nin 37/1 (c) maddesinin çok geniş kapsamlı yorumuna dayanarak bu yetkiyi üzerine almıştır. Ancak aslında Sözleşme, mükerrer nitelik gösteren başvurulara bakmama ya da kabul edilebilirlik ölçütlerini karşılasalar bile hangi davalara karar ve receğini seçme yetkisini AİHM’ye vermemiştir.
Sonuç olarak, Anayasa Mahkemesi, tartışmalı bir AİHM kararının gerekçelerini kendine esas alarak makul sürede yargılanma hakkının iç hukukta yargısal korumadan yararla namaması tehlikesini yaratmıştır. Hâlihazırdaki mevcut be lirsizlik ve ihlale yönelik etkili bir yaptırımın bulunmaması da mahkemelerin ülkemizde bu hakkın korunmasına ilişkin özensiz tutumunu pekiştirecektir. Anayasa Mahkemesinin bu kararı, makul sürede yargılanma hakkına yönelik ihlalle rin katlanarak artmasına yol açacak ve toplumda Anayasa Mahkemesinin temel hak ve özgürlükleri koruma işlevine yönelik güveni azaltacak bir sonuç doğuracak niteliktedir. Bu nedenle, Anayasa Mahkemesinin bu kararından en kısa sü rede dönmesi gerekir.
II. Makul Sürede Yargılanma Hakkının Korunmasına İlişkin Avrupa Konseyi Bünyesinde Geliştirilen Ölçütler ve Çözüm Yolları
19 Şubat 2010 tarihinde Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından kabul edilen Interlaken Deklarasyonu ile taraf dev letler iç hukuklarında AİHS’yi uygulayacak ve temel hak ihlalle rini etkili bir şekilde ortadan kaldıracak mekanizmaları en kısa sürede kurma taahhüdünde bulunmuşlardır. AİHM de bunu çok sayıda kararında belirtmiştir. Örneğin, Sürmeli/ Almanya (2006) kararında AİHM, taraf devletlerin, mahkemelerin Sözleşmenin 6/1. maddesinin gereklerini yerine getirebilmeleri için hukuk sistemlerini düzenleme görevi ve davaları mümkün olan en kısa sürede inceleme yükümlülüğü olduğunu belirtmiştir.
Avrupa Konseyi üyesi devletlerin mevzuatı incelendiğinde makul sürede yargılanma hakkına ilişkin ihlallerin önlenmesi ne ve giderilmesine ilişkin olarak hızlandırıcı (veya önleyici) ve telafi (tazmin) edici olmak üzere iki tür çözüm yolu olduğu gö rülmektedir. Bunlardan ilkinin amacı, özel bir başvuru, şikâyet veya davanın hızlandırılması talebiyle, davanın görülmesi için süre belirlenmesi veya yapılması gerekenleri belirtmek sure tiyle davanın görülme süresini etkilemektir. Bu tür başvurular davaya bakan mahkemeye veya bir üst derece mahkemesine yapılır. İkinci yolda ise tazminata ilk derece mahkemesi veya temyiz mahkemesi tarafından karar verilir. AİHM, en iyi çözümün “önleyici” önlemler olduğunu; ge cikmeyi önleyici ya da dava sürecini hızlandıran önlemlerin mümkün olan en kısa sürede davaların sonuçlandırılması ba kımından önemli bir rol oynadığını belirtmektedir (Sürmeli/ Almanya, 2006). AİHM’ye göre böyle bir yol, aynı dava dizisi ne ilişkin birbirini takip eden ihlalleri önlemesi ve telafi edici bir hukuk yolunun yaptığı gibi ihlali yalnızca a posteriori olarak ortadan kaldırmadığı için yalnızca tazminat öngören bir hukuk yoluna göre önemli ölçüde avantajlıdır. (Gazso/Macaristan, 2015). AİHM, “Bazı Devletler[in], biri yargılamayı hızlandırmak, diğeri tazminat ödemek için tasarlanmış iki tür hukuk yolunu birleştirmeyi seçerek durumu mükemmel bir şekilde anladığı”nı belirterek önleyici ve telafi edici araçların bir arada kullanıl ması gerektiğinin altını çizmektedir (Sürmeli/Almanya, 2006). Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi de maddi tazminatın ihlalin giderilmesi için tek ya da ilk araç olarak düşünülmemesi ge rektiğini ifade etmektedir (CoM of the COE Recommendation CM/Rec(2010)3 on effective remedies for excessive length of proceedings, 24.2.2010). Bu bağlamda, Avusturya, Hırvatistan, İspanya, Polonya ve Slovakya, Avrupa Konseyi üyesi devletler içinde yargılamayı hızlandırma ve maddi tazminata hükmetme araçlarını birlikte kullananlara örnek verilebilir.
III. Makul sürede Yargılanma Hakkının Korunmasına ve Hakkın İhlalinin Giderilmesine İlişkin Öneriler
1. İhlali önleyici araçlar
1.1.Nitelikli adli personel ve mahkemelerin dava yükünün makul düzeyde olması
Öncelikle yapısal sorunların çözülmesine yönelik önlemler alınmalıdır. Bunların en önemlilerinden biri yargıçların niteliğini artıracak çalışmaların yapılması ve mahkemelerin dosya yükü nün makul bir düzeye indirilmesidir. Venedik Komisyonunun da altını çizdiği üzere, genel olarak adil yargılanma, özel olarak da makul sürede yargılanma hakkının korunması için yeterli sayı da hakim ve mahkeme personelinin sağlanması gerekir (CDL AD(2012)001, Opinion on Act CLXII of 2011 on the Legal Status and Remuneration of Judges and Act CLXI of 2011 on the Orga nisation and Administration of Courts of Hungary).
Adli personelin iyi eğitimli ve hak ve özgürlüklere duyarlı olması ihlalin ortaya çıkmasını önlemek bakımından çok önem lidir. Türkiye’de son yıllarda görülen en önemli sorunlardan biri adli personelin niteliğindeki dramatik düşüştür. Hakim, savcı ve diğer adli personelin istihdamında nitelik ölçütünü esas alacak ve düzenli hizmet içi eğitimlerle bunu geliştirecek köklü bir de ğişikliğe ihtiyaç vardır. Kuşkusuz, Türkiye’de ihtiyacın üzerinde hukuk fakültesi ve öğrencisi bulunmasının ve çoğu fakültede ni telikli bir hukuk eğitiminin olmamasının da bu sorunun ortaya çıkmasında ve sürmesinde önemli bir payı vardır. Bir başka sorun ise, mahkemelerin üzerindeki ağır iş yükü dür. Türkiye’de mahkemelerin iş yükü gözönünde bulundurul duğunda, yeterli sayıda mahkeme kurulmaz ve personel sağ lanmaz ise sistemik hâle gelen makul sürede yargılanma hakkı ihlallerinin önüne geçmek mümkün olmayacaktır. Makul süre de yargılanma hakkını korumanın, bu hakka ilişkin ihlal ortaya çıkmadan gerekli önlemleri almanın ya da telafi edebilmenin en önemli araçlarından biri mahkemeler üzerindeki iş yükünü makul bir düzeyde tutmaktır. 1.1.2023’te yürürlüğe giren ve 2802 sayılı Hakim ve Savcılar Kanunu’nda değişiklik yapan 7413 sayılı Kanun’la hukuk düzenimize kazandırılan “hakim ve savcı yardımcılığı” kurumunun mahkemelerin yükünün hafifletilme sinde olumlu bir payı olması beklenebilir.
Mahkemelerin yargılamayı gereğinden fazla uzatan tutum lardan kaçınmasını sağlayacak önlemlerin de alınması gerekir. Mahkemenin duruşmayı ihtiyaç olsun ya da olmasın ötelemesi, bilirkişi kurumunu kötüye kullanması, kısa kararla gerekçeli ka rar arasında uzun bir süre olması yargılamayı uzatan kötü uy gulamalara verilebilecek örneklerdir. Ayrıca her bir yargı kolu bakımından adli tıp raporları, tebligat, ön inceleme kurumu gibi yargılamayı gereksiz biçimde uzatan usul kuralları ayrı ayrı göz den geçirilmelidir. Öncelikleri belirlemek amacıyla ilk derece mahkemesi yargıçları ile avukatların bu konu hakkındaki görüş lerine başvurmak yararlı olacaktır.
Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edilmesini ön lemek amacıyla, İnsan Hakları Eylem Planı çerçevesinde, Adalet Bakanlığı 2802 sayılı Kanun’un 28. maddesine daya narak Soruşturma, Kovuşturma veya Yargılama Hedef Sürelerinin Belirlenmesi ve Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik (RG. 23.6.2017-30105) çıkarmıştır. Bu yönetmelik uyarınca soruşturma ile kovuşturma işlemlerinde ve yargılamada he def süre belirlenmekte ve bu süre soruşturmanın ve davanın taraflarına bildirilmektedir. Başka ülkelerde de görülen bu uygulamanın, makul sürede işlem ve yargılama yapılmasını teşvik etmek ve sürecin açıklık ve şeffaflığını sağlamak bakı mından olumlu olduğu söylenebilir. Ancak uygulamada, he def süreye uymak kaygısı ve amacıyla usulüne uygun ve tam bir yargılamanın yapılmaması ya da hedef sürenin mahkeme tarafından dikkate alınmaması gibi olumsuz sonuçlar ortaya çıkmaktadır.
1.2.İhlalin yargı organı tarafından tespit edilmesi ve hızlandırılması talebi
Dava görülmekte iken ihlalin yargı organı tarafından tes pit edilmesi ile yargılamanın hızlandırılmasına yönelik talep ve emirler hakkın korunmasına yönelik en sık uygulanan araçlar dandır. Bu çare, Venedik Komisyonu tarafından da önerilmek tedir (CDL-AD(2013)034, Opinion on proposals amending the draft law on the amendments to the constitution to strengthen the independence of judges of Ukraine). Bazı devletler, şikayet lerin veya hızlandırma taleplerinin üst kovuşturma veya yargı makamına iletilmesine izin vererek kovuşturma veya duruşma öncesi işlemleri hızlandırmayı amaçlayan özel önleyici tedbirler sağlamaktadır. Bu talep genellikle üst derece mahkemesine ya pılmaktadır. Mahkeme, ihlalin olup olmadığını tespit eder ve ih lali giderecek ya da tazmin edecek nitelikte karar verir. Üst dere ce mahkeme, alt derece mahkemede görülmekte olan davanın makul olmayan bir şekilde geciktiğini tespit ederse mahkemeye bu davaya öncelik vermesini ve/ ya da davaya bakan hakimin değiştirilmesini isteyebilir. Bu önlemlerden sonuç alınamaması durumunda ya da bu önlemlerle birlikte tazminata hükmedebilir. Örneğin, Hırvatistan’da Anayasa Mahkemesine, Slovakya ve Polonya’da Temyiz Mahkemelerine gecikmiş yargılamaların hızlandırılması veya sonuçlandırılması emrini verme yetkisi tanınmaktadır. Ancak bu önlemlerden sonuç alınamaması duru munda tazmin etme önlemine başvurulabilir. Arnavutluk’ta ise taraflar uzun yargılama nedeniyle davaya bakmakta olan mah kemeye ya da davaya bakacak üst derece mahkemesine başvu rarak davanın hızlandırılmasını talep edebilir. Başvuru ve bunun incelenmesi davayı durdurmaz. Davayı geciktiren mahkeme da vayı hızlandıracak önlemleri alır.
Bu nitelikteki araçlar bakımından iki sorunun altını çizmek gerekir. Birincisi, bu araçlar her devlette makul sürede yargılan ma hakkına yönelik ihlalleri önlemede başarılı olmamıştır. Ör neğin, İtalya’da Pinto Kanunu ile uzun yargılamalara ilişkin baş vuruları inceleme yetkisi mahkemelere verilmişti. Yargılamalar makul sürelerde bitirilememesi ve verilen tazminatların AİHM ölçütlerine uygun olmaması nedeniyle AİHM bu yolu İtalya’da etkili iç hukuk yolu olarak görmemiştir. İkincisi, üst derece mah kemesinin alt derece mahkemeye yargılamayı hızlandırma emri vermesinin yargı bağımsızlığına aykırılık oluşturup oluşturma yacağıdır. Örneğin, 2005’te Alman Adalet Bakanlığının önleyici bir araç olarak, üst derece mahkemesine alt derece mahkeme sine davayı hızlandırmasını isteme emri verme ve davayı sonuç landırması için süre sınırı koyma yetkisi verilmesi yönündeki gi rişimi, düzenlemenin yargı bağımsızlığına müdahale niteliğinde olacağı gerekçesiyle yargı üyeleri tarafından eleştirilmiş ve Ba kanlık düzenlemeyi yasalaştırmaktan vazgeçmiştir.
Böyle bir aracın Türkiye bakımından da “Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mah kemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge gön deremez; tavsiye ve telkinde bulunamaz” diyen Anayasa’nın 138/2. maddesine aykırı olacağını belirtelim.
1.3.Taraflardan birinin yargılamanın hızlandırılmasını davayı gören mahkemeden talep etmesi
Yargılamanın gereğinden fazla uzadığının tespiti ve hızlan dırılması taraflardan biri tarafından davayı gören mahkemeden istenebilir. Örneğin, Almanya’da davacı, yargılamanın gecikme tehlikesiyle karşı karşıya olduğuna ilişkin iddiasını daha fazla gecikmeyi önlemek için tedbir alma fırsatı vermek amacıyla ilk olarak davaya bakan mahkemeye sunabilir. Bu olanak, mahke menin daha fazla gecikmeden kaçınmaya çalışacağı beklentisiyle getirilmiştir ve mahkemeye yönelik hiçbir yaptırım içermez. Bu düzenlemenin getirilmesinin amacı, davanın taraflarının tazmi nat almak için bilerek uzun yargılamaya razı olmasını önlemektir.
Türkiye için bu araç düşünülebilir. Önerim, taraflardan bi rinin yargılamanın makul süreyi aşmakta olduğu ve hızlandırıl masına ilişkin talebini davaya bakmakta olan mahkemenin bir ara karar olarak 30 gün içinde değerlendirmesidir. Mahkeme nin ara kararı yargılamanın uzamasının nedenlerini, bunun ma kul sürede yargılanma hakkının ihlali niteliğinde olup olmadı ğını ve yargılamanın hızlandırılması için atacağı adımları içerir. Mahkeme, davanın karmaşıklığı, anlaşmazlığın, yargılamanın veya duruşmanın konusu, yargılama sırasında tarafların, davaya dâhil olan diğer kişilerin ve mahkemenin tutum ve davranışla rını gözönünde bulundurmak gibi AİHM’in belirttiği bir kontrol listesi üzerinden bu değerlendirmeyi yapar. Hakim yardımcılığı kurumunun yürürlüğe girmiş olması da gözönünde bulundu rulduğunda, bunun mahkemelerin yükünü ölçüsüz biçimde ar tırmayacağı söylenebilir. Böyle bir düzenleme yargıca bir çeşit manevi bir yükümlülük getirmesi bakımından önemlidir. Bu yol, ihlalin sürmesi durumunda maddi tazminat talebinin de önko şulu olarak düşünülebilir. İhlal iddiasında bulunan, ancak mah kemenin yargılamanın hızlandırılması talebine ilişkin gerekçeli ara kararı ile maddi tazminat talebinde bulunabilecektir.
1.4.Ceza yargılamasında davanın düşmesi, cezanın azaltılması ve sanığın salıverilmesi
Makul sürede yargılanma hakkının ihlaline ilişkin önlemler arasında ceza yargılamasında davanın düşmesi, cezanın azaltıl ması ve sanığın salıverilmesi de yer alır. Örneğin, Amerika Bir leşik Devletleri ve Kanada Yüksek Mahkemeleri kararlarına göre makul sürede yargılanma hakkının ihlal edilmesine karşı tek ana yasal çözüm suçlamaların reddedilmesi yani davanın düşmesidir (Supreme Court of the United States, Strunk v. United States, 1973). Kanada Yüksek Mahkemesine göre, “Bir sanığın makul bir süre içinde yargılanma hakkı varsa, bu sürenin ötesinde yar gılanmama hakkı da vardır ve hiçbir mahkeme onu yargılama veya bu hakkı ihlal edecek şekilde yargılanmasına karar verme yetkisine sahip değildir. Makul olmayan bir sürenin geçmesin den sonra hiçbir yargılamaya, mümkün olan en adil yargılama ya bile izin verilemez.” (Supreme Court of Canada, R. v. Jordan, 2016; R. v. Rahey, 1987; Mills v. The Queen, 1986). Kısaca, Kuzey Amerika’da, yargılamanın henüz sonuçlanmadığı ve makul süre de yargılanma hakkının ihlal edildiği durumlarda yargılamanın sona ermesi; yargılama zaten sona ermişse, karar makul sürenin dolmasından sonra verildiği için mahkeme kararının geçersiz ilan edilmesi yargı içtihatlarıyla hukuki çözüm yolu olarak üretilmiştir.
Bu nitelikte çarelerin, kötüye kullanılma olasılığı yüksek olduğu için Türkiye’de uygulanabilecek nitelikte olmadığı kanı sındayım.
2. İhlali tazmin edici araçlar
AİHM’in içtihatlarına göre, kararları bağlayıcı bir yargı mercii tarafından makul sürede yargılanma hakkı ihlal edildi ise:
1. İhlali tazmin için öngörülen aracın “etkili, uygun ve eri şilebilir” olması gerekir. Örneğin, öngörülen mekanizma makul sürede başvuruyu sonuçlandırmıyorsa etkili kabul edilemez.
2. Tazmin “uygun ve yeterli” olmalıdır. Tazminata hükme dilen miktar AİHM’in geliştirdiği standartlara uygun ol malıdır ve tazminat gecikmeden ödenmelidir.
3. Tazmin sürecinde Sözleşmenin 6/1. maddesindeki “adil olma” kuralının temel ilkelerine uygun davranılmalıdır.
Ancak bu çerçevede, ihlalin giderilmesi için maddi tazmi nata hükmedilmesi ya da diğer önlemler alınması mümkündür.
Uzun yargılamanın ihlale yol açıp açmadığını tespit etmek, AİHM içtihatları çerçevesinde bazı unsurların değerlendirilme sini gerektirir. Bunlar, davanın karmaşıklığı; başvurucunun ve yetkililerin tutumları; ve gecikmenin bir sonucu olarak başvu rucunun uğradığı zararın düzeyidir (Johanna Fröhlich/Alman ya, 2019; Idalov/Rusya [BD], 2012; Dobbertin/Fransa, 1993; Baggetta/İtalya, 1987; Eckle/Almanya, 1982; König/Almanya, 1978). Anayasa Mahkemesi de AİHM’in bu yöndeki içtihadını izlemektedir.
AİHM’in tespit ettiği ve Anayasa Mahkemesinin de benim sediği ölçütlerin değerlendirilmesi bir yargısal faaliyet niteliğin dedir. O nedenle, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edilip edilmediğine ve ihlalin hangi yolla giderileceğine mutlaka bir yargı mercii tarafından karar verilmesi gerekir.
2.1. Maddi tazminat dışındaki önlemler
Tazmin etme çaresi, ihlalin maddi olarak tazmin edilmesi nin dışında ceza yargılamasında cezayı hafifletme, kovuşturma yı sonlandırma gibi başka araçları da içerebilir. Nitekim, Alman ya, Norveç, Danimarka, Litvanya ve Macaristan gibi ülkelerde makul sürede yargılanma hakkının ihlal edilmesi durumundatazmin önlemi olarak (cezanın kanunla öngörülmüş alt sınırı nı aşmamak kaydıyla) ceza indirimi uygulanmaktadır. AİHM, bu nitelikteki araçları makul sürede yargılanma hakkı ihlalinin tat min edici biçimde tazmini olarak kabul etmektedir (Örn.Tamás Kovács/ Macaristan, 2004). Davanın düşürülmesinde olduğu gibi, bu nitelikteki araçlar da kötüye kullanılma olasılığı yüksek olduğu için Türkiye’de uy gulanabilecek nitelikte görülmemektedir.
2.2. Maddi tazminat
Avrupa Konseyine üye devletlerde görülen en yaygın araç ihlalin maddi tazminata hükmetmek yoluyla tazmin edilme sidir. Bu görevi üst ya da yüksek mahkemelere veren Avrupa Konseyine üye devletler vardır. Örneğin, Sırbistan’da makul sürede yargılanma hakkının ihlalinin tazmin edilmesine ilişkin başvurulara Yargıtay bakmaktadır. Yargıtay, üst derece mah kemeleri önündeki yargılamalara ilişkin ihlal iddialarında ilk derece; üst derece mahkemesinin ilk derece mahkemesindeki yargılamanın makul sürede yapılıp yapılmadığına ilişkin kara rına ilişkin ise temyiz merciidir. Yargıtay ve üst derece mahke meleri bu davaları duruşmasız görür. Mahkemelerin kararları gerekçelidir.
2.2.1. Türkiye’de İnsan Hakları Tazminat Komisyonu uygulamasının değerlendirilmesi
AİHM, Ümmühan Kaplan/Türkiye davasında (Ümmühan Kaplan/Türkiye, 2012), kendi önünde derdest ve 23 Eylül 2012 tarihinden önce kaydedilmiş olan uzun yargılama şikâyetine ilişkin başvurular hakkında Türkiye’de yeterli ve uygun tazmin sunan etkili bir iç hukuk yolunun oluşturulması gerekliliğine karar vermiştir.
AİHM’in bu kararını yerine getirmek amacıyla, İnsan Hakla rı Tazminat Komisyonu ceza hukuku kapsamındaki soruşturma ve kovuşturmalar ile özel hukuk ve idare hukuku kapsamında ki yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı, mahkeme kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilme diği gerekçesi ile yapılan başvuruları sonuçlandırmak amacıyla 19.1.2013 tarihinde yürürlüğe giren 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun ile kurulmuştur. Ko misyon, belli süreler içinde yapılan başvuruları karara bağla mak üzere geçici nitelikte oluşturulmuştur. Nitekim, Komisyona başvuru, 23 Eylül 2012 tarihinden önce AİHM’e yapılmış bazı başvurular için tüketilmesi gereken bir iç hukuk yolu olarak ön görülmüştür. 1.7.2018 tarih ve 7145 sayılı yasanın 20. maddesi ile 6384 sayılı yasaya eklenen Geçici 2. madde ile Komisyon bir kez daha görevlendirilmiştir. Bu kez Komisyon yalnızca Anayasa Mahkemesi’ne bu tarihten önce yapılan veya derdest olan ve Anayasa Mahkemesinin kabul edilmezlik kararı verdiği bireysel başvuruları karara bağlamakla görevlendirilmiştir. Bir başka de yişle, 31.7.2018 tarihinden sonra yapılacak başvurular Komis yonun görev alanının dışında tutulmuştur. Bu tarihten sonraki makul sürede yargılanma hakkı ihlali şikâyetleri ile mahkeme kararlarının geç ya da eksik icrası veya hiç icra edilmemesine ilişkin şikâyetler bireysel başvuru yolu ile Anayasa Mahkemesi ne yapılmıştır.
2023’te kabul edilen bir kanunla İnsan Hakları Tazminat Komisyonu bir kez daha sınırlı bir süre için makul sürede yargı lanma hakkına yönelik ihlal şikâyetleri ile mahkeme kararlarının geç ya da eksik icrası veya hiç icra edilmemesi şikayetlerine ilişkin başvurulara bakmakla görevlendirilmiştir. 28.3.2023 tarihli 7445 sayılı kanunla 9.3.2023 tarihi itibarıyla Anayasa Mahkemesinde derdest olan makul sürede yargılanma hakkı şikâyetleri ile mah keme kararlarının geç ya da eksik icrası veya hiç icra edilmemesi şikayetlerine ilişkin başvuruların, Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu tarafından incelenmesi kararlaştırılmıştır. Bir başka deyişle, 10.3.2023 tarihinden sonra yapılacak olan baş vurular için bu komisyon görevli değildir.
6384 sayılı yasanın 4. maddesi uyarınca, İnsan Hakları Taz minat Komisyonu, Adalet Bakanı tarafından atanan dört yargıç ile Hazine ve Maliye Bakanı tarafından atanacak bir kişi olmak üzere toplamda beş kişiden oluşuyordu. Bu maddede 2023 tarihli 7445 sayılı kanunla yapılan değişiklikle Komisyonun yapısı değiştirilerek üyelerin Bakanlığın merkez teşkilatı ile bağlı ve ilgili kuruluşlarında çalışan hakim ve savcılar arasından Adalet Bakanı tarafından atanması öngörülmüştür.
Böylece, Hazine ve Maliye Bakanı tarafından atanan üye Komisyonundan çıkarıl mıştır. Komisyonun üye sayısı beşten dokuza çıkarılmıştır. Ko misyon başkanı üyeler içinden Adalet Bakanı tarafından belir lenir. İş durumuna göre Komisyonun heyetler hâlinde çalışması mümkündür. Bu heyetlerin başkanları da Adalet Bakanı tarafın dan belirlenir. Komisyon başvuruları onaltı ay içinde karara bağlar (2023’ten önce bu süre dokuz aydı). Komisyonun kararlarına karşı Ankara Bölge İdare Mahkemesine başvurulabilir. Bu itiraz öncelikli işlerden sayılır ve 3 ay içinde karar bağlanır. Tazminata hükmedilmişse, kararın kesinleşmesinden sonra ödemeler Adalet Bakanlığı tarafından 3 ay içinde yapılır.
Belirtmek gerekir ki, 2023’te yeniden yetkilendirilen bu Komisyon hâlâ çalışmaya başlamamıştır. İlgili yasanın Mart 2023’te yürürlüğe girmesine karşın Komisyon üyeleri ancak Eylül 2023’te atanmıştır. Komisyondaki iki üyelik için ise hâlâ boştur. Komisyon Adalet Bakanlığı içinde çalışmakta ve bir odada faaliyet göstermektedir. Bu bakımdan, fiziki koşulların böy lesine önemli bir görevi yerine getirecek bir kurul için uygun olmadığı söylenebilir.
Görüldüğü üzere, İnsan Hakları Tazminat Komisyonu geçici nitelikte oluşturulmuş bir merciidir. Oysaki, hak ihlallerinin taz min merciinin sürekli bir nitelik taşıması gerekir. Komisyonun üyelerinin ve başkanının Adalet Bakanı tarafından atanması; Komisyonun Adalet Bakanlığı bünyesinde çalışması nedeniyle Komisyon, adil yargılama hakkına ve yargı bağımsızlığı ilkesine uygun bir mercii değildir.
2.2.2. Maddi tazminat taleplerini karara bağlayacak mercii önerisi
Hakkın ihlal edildiğine ilişkin başvurulara sürekli görevli, adil yargılanma ve yargı bağımsızlığı ilkelerine uygun olarak ku rulup çalışacak bir yargı merciinin bakması gerekir.
Bu görevin Komisyon yerine ilgili yüksek yargı organlarına verilmesi düşünülebilir. Yüksek mahkemeleri bu yetkiyle dona tan Avrupa Konseyine üye devletler vardır. Ancak bu yöntemi benimsemiş ülkelerin demografisinin Türkiye’den çok küçük ol duğu ve yüksek mahkemelere gelen dosya sayısının çok daha az olduğu gözönünde bulundurulduğunda benzer bir yöntemin Türkiye bakımından sorunu çözmeyeceği söylenebilir. Ayrıca, Türkiye’de yüksek mahkemelerin çalışma usulü dikkate alındı ğında, birbirine benzer hukuki olaylarda farklı daireler arasında veya adli ve idari yargı alanında çok farklı kararların verilmesi de söz konusu olabilir.
Bu nedenle, yalnızca makul yargılanma hakkının ihlali baş vurularını incelemekle görevli bir yargı mercii kurulmalı ve bu yargı merciinin üyeleri yargıçlardan oluşmalıdır. İş yükü gözö nünde bulundurularak mercii 15 kişiden oluşturulabilir. Burada görev yapacak yargıçlar, kendine özgü özelliklere sahip olan ceza, hukuk ve idari yargılama usul ve esaslarına hakim kişiler olmalıdır. Bunu sağlamak amacıyla, üyelerin 6’sı Yargıtay Ceza Daireleri Genel Kurulu tarafından kendi tetkik hakimleri arasın dan; 6’sı Yargıtay Hukuk Daireleri Genel Kurulu tarafından kendi tetkik hakimleri arasından; 3’ü Danıştay Genel Kurulu tarafın dan kendi tetkik hakimleri arasından seçilebilir.
Merciin başkanı üyeler tarafından kendi arasından seçilir. Mercii beş bölümden oluşur. İkisi hukuk, ikisi ceza, biri de idari yargıdan kaynaklanan ihlal başvurularına bakar. Bölümlerin kararlarına karşı bütün yargıçlardan oluşan Genel Kurula itiraz edilebilir. Başvuruların hızlı ve etkili biçimde sonuçlandırmasını sağlamak amacıyla bölümler 10 ay, Genel Kurul ise 30 gün içinde karar verir. Genel Kurulun kararları kesindir. Bu kararlara karşı Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapılabilir.
© 2025 Av. Sinan Akalın Tüm Hakları Saklıdır.
AYZ Bilgisayar ve Yazılım tarafından geliştirilmiştir.